9 Eylül 2009 Çarşamba

'Atatürk Suçlu!..'

'Atatürk Suçlu!..'

Sağa sola bakıyorum, gazete, kitap, dergi okuyorum; Atatürk'e saldırı, taşlama, yergi, eleştiriden geçilmiyor; anlıyorum ki Atatürk büyük suç işlemiş...
Niçin?
*
Çünkü dünya görüşünde, evrene bakış felsefesinde, ideolojik içeriğinde 'Aydınlanma' yı yeğlemiş Atatürk, 'Akıl inançtan, bilim dinden bağımsızdır' demiş. A benim canım Mustafa Kemal'im, uygarlığın ışığına neden yüzünü dönersin? İran'a bak, Suudi Arabistan'a bak!.. Bırakaydın, bağnazlığın dipsiz kuyusunun bostan dolabında dönenseydik. En büyük suçunu 'Gerçek yol gösterici bilimdir' diyerek işledin.
Atatürk suçlu...
"Vatanın bağrına düşman dayamışsa hançerini" Gazi Paşa görmezlikten geleydi; "İngiliz muhibbi" olaydı, "Amerikan mandacılığı" na sarılaydı; "Ya istiklal ya ölüm" deyip ortalığa atılarak pişmiş aşa neden soğuk su kattı?
Atatürk suçlu...
Osmanlı, Sevr Antlaşması'nı kuzu kuzu imzalamışken bizlere Konya Ovası yetmez miydi? Denizi zaten sevmeyiz, dağların gerisine çekilip bozkırda otururduk. Eloğlu vatanın minarelerine çan takar, bizim cami yaptırma dernekleri de Haymana bölgesinde çalışmalarını yoğunlaştırırdı. Nemize gerek İstiklal Savaşı? Nemize gerek İzmir, Aydın, Edirne, Çanakkale, İstanbul? Nemize gerek Lozan, a Mustafa Kemal Paşa?
Atatürk suçlu...
Sevgili Mustafa Kemal, kadın hakları senin neyine? Bak, şimdilerde genç kızımız başına türban dolarken sana da verip veriştiriyor. Yurttaşlık Yasası çıkardın, erkek karısını iki sözcükle boşayamıyor; ama kadın kara çarşafa girip sana beddua ediyor. Hukuk devrimini neden yaptın Kemal'im?
Atatürk suçlu...
Çünkü cumhuriyeti ilan etti. Haydi padişah efendimize kıydı, hilafete neden dokundu? Laik devletten daha büyük günah olur mu şu dar-ı dünyada Gazi Kemal'im?..
Atatürk suçlu...
Osmanlı'nın cengâverliğinden bizi soyutladı; 1923'ten bu güne "Yurtta barış, dünyada barış" diye yaşamak erkekliğimizi öldürmedi mi? Biz korkak mıyız a Gazi Paşa? Savaşçılıktan nasıl vazgeçeriz? Senin en büyük suçun barışçılık değil mi?
Atatürk suçlu...
Çünkü 1923'te kurulan cumhuriyete 1925'te başkaldıran Şeyh Sait 'e el sürmeyecekti; hilafetçi Said-i Nursi 'yi başkente buyur edip devletin başına oturtacaktı. On bir yıl süren savaşlardan sonra temelini attığı devleti, İngiliz işbirlikçisi şeyhlere, aşiret reislerine, seyyitlere lokma lokma sunarak, parça parça edecekti. A benim Mustafa Kemal Paşam, ayaklanmalara karşı neden beyaz teslim bayrağını çekmedin de üstlerine yürüdün?
Atatürk suçlu...
Öyle bir cumhuriyet kurmuş ki, bir türlü yıkılmıyor. 21'inci yüzyıla yaklaşıyoruz, devleti Amerika'ya teslim edemedik, parçalayamadık; bu yüzden Gazi'ye çok kızıyoruz, cumhuriyetin harcını sağlam karmış diye öfkeleniyoruz.
Atatürk suçlu...
Yetmiş yıl önce bağımsız bir cumhuriyet kurmuş, bize bırakmış; yarım yüzyıldan beri laik cumhuriyeti çağdaş demokrasiye yakışır bir düzeye getiremedik; bu yüzden öfkelendikçe yarım yüzyıl öncesine dönerek Atatürk'e veriştiriyoruz.
Atatürk suçlu...
Çünkü canım Mustafa Kemal, bizim adam olacağımızı sandı, biz cüdam olduk; başımızı dik tutacağımıza, Ortadoğu'da "süper yabancı devlet" in taşeronluğuna soyunduk; içimizdeki aşağılık duygusunu Atatürk'ü eleştirerek gidermeye çabalıyoruz.

Cumhuriyet
İlhan Selçuk

Yola Devam.

İnternette gezinirken kutup ayılarının avlanmalarını anlatan bir yazıya rastladım. O kadar ilginç geldi ki, çok etkilendim. Beni
çarptı adeta. Bunu sizlerle paylaşmak istedim. Öncelikle,hatırlayabildiğim kadarıyla kutup ayısı hakkında bilgi vereyim.

Kutup ayıları derileri için avlanırlarmış. Ama onları avlamak hiç de kolay değilmiş. Çünkü derilerinin altında 10 cm yağ tabakası
bulunmaktaymış. Bu tabaka hem onun buzlu sularda donmasını engeliyor, hem de bir zırh gibi koruyormuş. Küçük ateşli silahlardan çıkan
kurşunların derinlere ulaşmasını engelliyormuş. Bu tabakayı geçebilen güçlü silahlar ise deriyi patlatmakta ve kullanılamaz hale
getirmekteymiş. Kutup ayısını avlamak için başındaki özel bir noktaya yakından, tek el ateş edilmeliymiş. Ancak bu şekilde onun kıymetli
derisi zarar görmüyormuş..

Bu arada kutup ayısının koku alma ve ses duyma duyuları çok güçlüymüş. Karın altında 1,5 metre derindeki fok balığı kokusunu
hissedebildiği biliniyormuş. Hatta 30 km evet km uzaktaki yaralı hayvanın kan kokusunu bile hissederek avın peşine düştüğü görülmüş.
En ufak bir çıtırtıyı bile duyabildiklerinden, kutup ayılarına yaklaşmak mümkün olmuyormuş.

Pekii.! Koklama, görme ve işitme duyuları bu kadar gelişmiş, kürkü kıymetli bu hayvan nasıl avlanıyormuş ? İşte bana ilginç gelen kısım
burada. Üstelik, beni ürperten hatta iliklerime kadar donduran bir teknik geliştirmişler. Şöyle :

Önce bir baltanın ağzını iyice, ama iyice keskinleştiriyorlarmış. Sonra bu baltayı bir yere sabitleyip üzerine sapını ve demirini
kaplayacak şekilde, tamamen fok balığı kanı döktükten sonra uzaklaşırlarmış.

Bir süre sonra kan kokusunu hisseden kutupayısı kanlı baltayı kolayca bulup yalamaya başlıyormuş. Yalarken farkında olmadan baltanın çok
keskin olan ağzıyla dilini kesiyormuş. Kesik yerden de kanama oluyormuş tabii.

Yaladıkça kanıyor,... kanadıkça yalıyor....

Kanı yalamanın doymakbilmez keyfiyle devam ediyormuş. Ama bu sırada o kadar çok kan kaybediyormuş ki, bir süre sonra halsiz düşüp
bayılıyormuş. Bunu gören avcılar ona yaklaşıp başına tek el ateş ederek öldürüyorlarmış. Böylece derisine zarar vermeden avlamayı
başarıyorlarmış...!!!!

Ürperdim gerçekten. Siz nasıl oldunuz bilemem..

Ne acımazsızlık.? Bir canlının karın doyurma içgüdüsünden yararlanarak onu avlamak... Belki avcıların hep yaptığı şey bu...

Ama, beni sarsan başka bir şey var. Beynimde şimşek çaktı adeta.Malum son günlerde toplum olarak oldukça hareketli günler
geçiriyoruz. Genel seçimler sonuçlandı. Sonuçlar belli oldu. Halkın büyük çoğunluğu yola devam dedi.!!!

Yola devam...yalamaya devam...Yalamaya devam...

Şaşkınım, üzgünüm, tedirginim, ürperiyorum adeta...Ürperdiğim yer burası işte. Kendi kanımızı yalıyoruz, diye düşünüyorum. Vatanımızın
değerli kaleleri bir bir elimizden gidiyor. Paraya dönüşüyor, bedeni keyfe dönüşüyor.

Yalamaya devam... kaybetmeye devam...Ama bunun keyfi bambaşka canım... Yarın ne olursa olsun, diyoruz, sanki...

Ürperiyorum ben, elimde değil...

Değerli dostlarım bedeni keyfler için kaybettiğimiz kalelerimizi geri alabilmemiz mümkün olmayacak. Şimdi herşeyin yolunda gittiğini,
karnımızın doyduğunu sanıyoruz. Peki yarın ne olacak ?. Kanımız tükendiğinde ne olacak.? Pusuya yatan vahşilerin sinsi gülüşlerini
düşündükçe kanım çekiliyor. İçimdeki sıkıntıyı, telaşı anlatamıyorum.

Koskoca Türkiye Cumhuriyeti kanı tükenmiş, güçsüz, mantıklı düşünemez hale getiriliyor diye korkuyorum.

Evet korkuyorum. Pusuda uygun anı bekleyen vahşilerin tek kurşunuyla Cumhuriyetimin yok olmasından korkuyorum...



Benim, penceremden gördüklerim bunlar.

Ben de hepinizi seviyorum...

Asla art niyet olmadan , gönülden...

Acaba ya onlar...
Lütfen bu yönden de düşünün...!!!

12 Ağustos 2009 Çarşamba

2. Gece

güzel bir gece...bu gece yaşamla ölüm arasındaki ince çizgideyim..
şansımı deniyorum günah için..soğuyorum...
sadece bekliyorum ya geri döneceğim ya da hak etmediğim yere;
cehenneme gideceğim...kimse bilmeyecek sessizce ağlayacağım...
kanlar anlatacak her şeyi gün doğduğunda...
we ben gündoğumunda terk edeceğim;
ya hayallerimi ya da bedenimi...

...siyah...

11 Ağustos 2009 Salı

Hoş Geldim.

Felsefesini çekirdeğinde taşıyan ayrılıklar, alıntısızdan kaçınamamış yapay hayatlar, sahte saplantılar, başkaldırıyı farklı olmak ile karıştıracak denli cahil gettolar. Has bir sınırsızlıktan önce, uygunsuzluktur Poyraz Doğaçlamayı içerse bile bilinçli aksiyonlardır, onu sorumlu kılan katışıksızlığı yadsır, ama bu onu ne bağayıcı ne de bağlanılan konumuna sürükler. BİR TAVIR, BİR REAKSİYONUM